Yunus Emre’nin, 13 ve 14. yüzyıllarda yaşadığını anımsatan Taşdemir, Anadolu halkının Yunus’u, benimsemesi, çok sevmesi ve kendisine mal etme çabası bulunduğunu, bu nedenlerle de Yunus’un Anadolu’nun birçok şehri ile beraber anıldığını kaydetti.

Sözlerinin başında Yunus Emre’nin eğitim hayatı ile ilgili bilgiler veren Taşdemir, “Yunus’un şiirlerindeki zenginliğe ve hayal dünyasına baktığımızda, bunları medrese eğitimi ile edindiği açıktır. Yalnız bu eğitimi nerede yaptığı ve kimlerden eğitim aldığı tam olarak belli değildir. Yunus Emre’nin şiirleri tahlil edildiğinde de onun İslamiyet’i, İslam Kültür ve Tasavvuf felsefesini özümseyecek, özümsediklerini şiirleştirecek bir eğitim aldığı anlaşılmaktadır” diye konuştu.

Yunus Emre’nin, çağının konuşma dili olan eski Anadolu Türkçesini kusursuzca kullandığını dile getiren Taşdemir, şöyle konuştu:

“Yunus’un, düşüncesini, duygularını felsefi kavramları rahatlıkla ifade edebilen olgunlukta dil bilgisine sahip olduğu görülmektedir. Risâletü'n-Nushiyye adlı mesnevisi ve şiirlerinin birçoğunda aruz vezni kullanması, Arapça ve Farsça kelimeleri Türkçeleştirmesi, onun sadece sözle kültürü kullanan eğitimsiz biri olmadığını, aksine halk kültürünün öğelerini ve konuşma dilini bilinçli bir şekilde kullandığını göstermektedir.”

YUNUS’UN YER ALDIĞI EKOL İÇİN ŞİİR, RUHSAL AYDINLANMA VE BİLGİLENMENİN YOLUDUR

Yunus Emre’nin, Hoca Ahmet Yesevi geleneğinden gelen bir Horasan Ereni olduğunu vurgulayan Taşdemir, bu gelenek içinse şiirin, ruhsal aydınlanmaya ve bilgilenmeye giden bir yol anlamına geldiğini işaret etti. Taşdemir, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Sözlü kültür, okur yazar olmayan bir toplumda kuşaktan kuşağa söz aracılığıyla aktarılan her şeydir. Başka bir deyişle kültürün tamamını kapsar. Halkın bilgi ve deneyimleri sözlü kültür aracılığıyla nesilden nesile aktarılmıştır. Yunus Emre’nin yaşadığı dönem sözlü kültürün Anadolu da etkin olduğu bir dönemdir. Yunus Emre’nin şiirleri onun ölümünden yaklaşık bir asır sonra derlenmiştir. Yunus Emre şiirlerini yazıya dökmediği için onun şiirleri sözlü gelenek yoluyla dilimize aktarılmıştır. Bu yönden kolektif halk hafızasının oluşmasında Yunus Emre’nin rolü tartışılmazdır. Yunus Emre’nin şiirleri yaklaşık yüz yıl kadar sözlü kültürden beslenmiştir. Bu yüzden halkın beklentileriyle birleşen bir Yunus Emre geleneği ortaya çıkmıştır. Yunus Emre Türkmen bir Batıni Dervişidir. Ait olduğu gelenek, Horasan Ekolü, yani Hoca Ahmet Yesevi kökenli bir gelenektir. Bu gelenek için şiir ruhsal aydınlanma ve bilgilenmenin yoludur. Yunus Emre’nin benimsediği bu geleneğe göre şiirde şahıs yoktur. Şair yalnız olanı aktaran bir araçtır. Bu görüşü Yunus’un şiirlerinde görmek mümkündür.

YUNUS, YAŞADIĞI DÖNEMDE HALKA MANEVİ YÖNDEN UMUT VE DAYANMA GÜCÜ VEREN BİR SIĞINAKTIR

Yunus Emre’nin yaşadığı dönem olan 13, 14. Yüzyıl Anadolu’sunda insanların Moğol baskısı altında çok zor bir süreçten geçtiğini ifade eden Taşdemir, “Yunus işte bu süreçte, halka manevi yönden umut ve dayama gücü veren bir sığına olarak görülmüştür” dedi. Taşdemir, sözlerine şöyle devam etti:

“Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm’ diyen Yunus Emre’nin halk ile kurduğu ilişkisi, halk tarafından kabul edilmesi karşılıklı bir ilişkidir. Bu ilişkide halk, manevi beklentilerini, Yunus Emre’nin şahsiyetinde anlamlı kılmıştır. Yunus’un yaşadığı dönem yani 13-14 yüzyıl, Anadolu’nun en huzursuz dönemleriydi. Moğol akınlarıyla, Anadolu’da kurulan düzen yıkıldı, Selçuklu İmparatorluğu içten içe çöktü, çeşitli Türk boyları ayaklandı. Bu dönem, halktan ağır vergilerin alındığı, yağmacı saldırıların yaşandığı, kuraklık ve kıtlığın hakim olduğu tam manada bir bunalım çağıdır. Bu karmaşık durumda sevgi ve güven en çok ihtiyaç duyulan değerlerdi. Öyle bir oramda tekkeler insanlara yardım eden, onların yaralarını saran, önemli sosyal kurumlardı. Moğol yöneticilerinin baskıcı tutumlarına karşılık Horasan Erenlerinin bağdaştırıcı ve mistik bir uyuma çağıran inanç çevreleri Anadolu halkına bir umut olmuştur. Bu durum Anadolu’ya Türklerin hakim olmasına da bir zemin hazırlamıştır.  Yunus Emre de bu süreçte oluşturduğu düşünce dünyası ve gelenekle aktif bir rol oynamıştır. Yunus Emre’nin sözlü kültürümüze katkılarından en önemlisi de birlik fikridir. Yunus, bütün farklılıklara karşılık içsel bir birlik önermiştir. Bütün şiirlerinde farklılıkları hoş karşılamayı, bütünleşmeyi, hoşgörüyü ve sevmeyi öğretmeye çalışmıştır. Böylece karmaşık bir dönemde ne yapacağını bilemeyen halk, Yunus’un fikirlerine sarılıp, tek bir dil, tek bir millet olma yolunda emin adımlar atmıştır.”

ANADOLU TÜRKÇESİ’NİN OLUŞMASINDA ÖNEMLİ ROL OYNAYAN İLK TÜRK ŞAİR YUNUS EMRE’DİR

Sözlerini, Yunus Emre’nin, “Ben gelmedim davi için benim işim sevi için, dost'un evi gönüllerdir, gönüller yapmaya geldim” dizeleriyle devam ettiren Taşdemir, Yunus Emre’nin, Anadolu Türkçesi’nin oluşmasında önemli rol oynayan ilk Türk şair olduğuna dikkati çekti. Taşdemir, sözlerini şöyle tamamladı:

“O’nun kullandığı kelimeler ve ifade kalıpları, bunlara yüklediği anlam ve mecazlar Türkçe’nin edebi bir dil haline gelmesi yolunda büyük bir merhaledir. Esasen Yunus’u diğer mutasavvıf şairlerden ayıran en önemli özelliği de budur. Yunus’tan önce sözlü bir edebiyat varsa da Anadolu da gelişen Batı Türkçesin de ilk ve en önemli şiirlerini Yunus oluşturmuştur. Sözlü gelenekten yararlanarak dili sanatlı bir üslupla işleyip, Türkçe de bir tasavvuf dili oluşturmuştur. Yunusun sade dilinde yer alan devrin Türkçesinde kullanılan Arapça ve Farsça kelimelerden bazıları Türkçe fonetiğe uydurulmuştur. Yunus Arapça, farsça tasavvufi terimlerin Türkçe karşılıklarını bulan ve ilk defa kullanan kişidir.

‘Kanatlandık kuş olduk uçtuk elhamdülillah’ dediği mısra da kanat, kuş, uçmak hepsi Türkçe ve tasavvufi kelimelerdir. Yunus kanat ile aşkı, kuş ile ruhu kutsü ve uçmak ile de süluk’u kastetmiştir. Şiirlerinde dönemin kültürünü yansıtan dini terim ve kavramların yanında çok sayıda halk söyleşisi ve deyimde vardır. Yunus Emre’nin fikirleri Gülşehri, Kaygusuz Abdal, Aşık Paşa ve Ahmet Fakih’ten farklı değildir. Ancak o Türkçeye getirdiği değişik bir sesle ve kelimelere yüklediği anlamlarla onlardan ayrılır. İlahilerinin asırlardır okunup, günümüze kadar ulaşmasının sebebi, şiirlerine hakim olan bu üsluptur. Yunus Emre’nin sözlü kültürümüzdeki kalıcılığının nedenlerinden biri de kelimeleri bol kafiyeli, akılda kalıcı bir şiir dili geliştirmiş olmasıdır. Yunus’un bu hususta hece vezni ile yazdığı şiirleri, ilahileri, müzik aletleri eşliğinde meclisten meclise terennüm edilmiş, şiirlerinin ve fikirlerinin yayılması böylece daha hızlı olmuştur.

Sonuç olarak Türk milletinin o buhranlı dönemlerinde tabiri caizse Hızır gibi yetişen Hacı Bektaş Veli, Mevlana, Ahi Evran gibi gönül sultanları ile birlikte Yunus da Anadolu halkına ölümsüzlük mesajları vererek, onları manen rahatlatmaya ve çektiği acılardan kurtarmaya çalışmıştır. Ayrıca bu mesajlar sadece Türk halkına yönelik olmaktan çıkmış ve tüm dünyaya yayılmıştır. Yunus nerede doğmuş, nerede ölmüş olursa olsun pek fazla önemli değildir biçim için. Onun büyüklüğü, İslam dininin bütün kurallarını, tasavvufu, insanlığı, kardeşliği, barışı, sevgiyi, hoşgörüyü, en güzel, en ahenkli, en çarpıcı arı bir Türkçeyle şiir diline çevirmiş olmasındandır.”

Editör: TE Bilisim